12 Temmuz 2014 Cumartesi

Nuri Bilge Ceylan'ın Altın Palmiye Ödüllü Filmi "Kış Uykusu" Hakkında

12 Temmuz 2014 Cumartesi
67.Cannes Film Festivalin'de Altın Palmiye'yi çatır çatır alan Nuri Bilge Ceylan filmi Kış Uykusu'nu nihayet dün izleme fırsatı buldum.Filmi beğenmeyenler elbette ki olacaktır, fakat yönetmenin başarısını taktir açısından da olsa kesinlikle gidilmesi, görülmesi gerektiği düşüncesindeyim.Zira film görsel açıdan mükemmel. Vay arkadaş o nasıl çekim teknikleri,nasıl ışıklandırma,nasıl detaylandırma, nasıl replikler...


Film yaklaşık üç buçuk saat.Fakat sürenin uzun oluşu benim açımdan sıkıntılı bir durum değildi,filmi izlerken kesinlikle sıkılmadığımı söyleyebilirim :) Hatta film ilk halinde dört buçuk saate yakınmışta Nuri Bilge kırpa kırpa bu hale getirmiş :)
Filme karşı tek eleştirimde bir kaç sahnede kendime sorduğum acaba bu sahneye gerek var mıydı?* sorusu. Bu sahneler yerine filmde havada kalan bir kaç şeyin detaylandırılmasını tercih ederdim doğrusu. Örneklendirmem gerekirse; ikinci bölümdeki av sahnesi gerçekten gerekli miydi? Onun yerine Nihal karakterinin ağlayarak araba kullanma sahnesi üzerine duygularını ya da pişmanlığını içeren bir sahne olsaydı mesela...Ya da Aydın'ın kardeşi Nejla'nın yaşamına bir tık daha değinilseydi.Zira ikinci bölümde bu karakter neredeyse yok oluyor bir anda :) Gerçi festival filmleri av sahnesindeki can çekişen tavşana odaklanma vb. ajite sahneleri seviyorlar sanırım yönetmeninde bu nedenle o sahnede ısrarcı olması akla yatkın.


Her neyse :) Filme dair tek eleştirimi de yaptığıma göre methiyeleri düzmeye başlayabilirim :)
Öncelikle tabii ki görseller :) Mekan seçimi filmin ruh haline bu kadar mı etki eder. İnsanda adeta kış mevsiminde Kapadokya'ya gitme arzusu uyandırıyor. Filmi izlerken tam anlamıyla kış özlemi çektim :) Kalın kazaklar,hırkalar giyip,ona rağmen deli gibi üşümek ve ardından sobalı bir odaya girerek ısınmak istedim :) 


Bazılarının gerçekten hoşlanmadığı,(aksine benim acayip hoşuma giden) filmin insana vermiş olduğu iç sıkıntısı muhteşem. Gerek havanın sürekli kapalı oluşu,gerek yağmur-çamur gerekse iç çekimlerde kullanılan loşluk... Tüm bu ögeler birleşerek film boyunca insanda bir daralma,bir ufunet hissi oluşturuyor. 
Peki bu kadar olumsuz duygunun bende uyandırdığı güzellik neydi :D işte bu noktada filmin gerçekte ne kadar iyi bir film olduğunu anlamış oldum. Şöyle ki; zaten filmin bana vermesi gereken duygu buydu.Nasıl ki bir korku filminin insanı korkutması gerekiyorduysa,bu filminde insana vermesi gereken duygu tam olarak buydu.Karakterlerin hepsi mutsuz ve sıkıntılıydı.İşte filmin amacı onların içselleştirdikleri sıkıntılarını açık açık gözler önüne sermeden, ufak dokundurmalarla;gerek fon müziği,gerek görüntü,gerek diyaloglarla izleyiciye kat be kat fazla hissettirmesiydi.Öyle ki; film boyunca karakterlerle birlikte aynı iç sıkıntısına eşlik ettim ve bu benim filmi gerçekten hissetmemi sağladı. Bu tür bir içselleştirme çok az filmde gerçekten hissedilir ve benim gerçekten çok çok sevdiğim bir olaydır. Filmi izlerken girdiğim ruh halininde etkisiyle diyaloglar esnasında köşedeki koltukta oturmuş olaylara tanık oluyordum adeta :)


Film süresinde hiç bitmesin dediğim sahneler oldu. Özellikle Haluk Bilginer ve Demet Akbağ'ın konuştukları sahne. Bu sahnedeki alıntılar ve betimlemeler harikaydı. Bkz. Sen arkamdayken nasırlı ellerini sırtıma sürüyormuşsun gibi hissediyorum tarzı bir benzetme vardı, tek kelimeyle bayıldım :) Bir de Haluk Bilginer'in din konusunda söylediği bir kaç şey vardı net hatırlamıyorum ama hoş bir detaydı sanki :) Röportajda eşinin bahsettiği ve Nuri Bilgeyle çatıştığı "sert diyalog" da buydu sanırım. Bana göre hiçte sert değildi. Öyle ki; artık insanların din konusunda daha rahat konuşup bu konuda saygısızlık etmeden espri yapabilmeleri de tabuları yıkmak açısından gerekli.


Sahroş muhabbeti sahnesi,filmin başlarındaki kavga sahnesi ve Aydın'ın yardımcısının tren garına girerken buzda kayarak düşmesi gibi sahneler acayip doğaldı bana göre :) Ama her şeyin ötesinde Haluk Bilginer'in oyunculuğu... Türk sinemasında bu rolün hakkını verebilecek ikinci bir kişi var mıydı? Bana göre yoktu. Cuk oturmak deyimi anlamını bu rolde Haluk Bilginer ile bulmuş bence. Demet Akbağ ile birlikte iki tiyatro kökenli oyuncuyu izliyor olmak çok keyifliydi. Melisa Sözen rolünde çok sırıtmamakla birlikte daha iyisi de olabilirdi dedirten bir performans sergiliyordu. 


Özellikle bazı sahneler çekim açısından çok ilgimi çekti. Örneğin; Aydın karakterinin otelde kalan motorsikletli yolcu ile konuştuğu sahnede iki karakterin belirgin bir şekilde soba borusuyla ayrılıyor oluşunun özellikle bu karakterler arasındaki zıtlığın uçlarda oluşuna vurgu yapmak için kullanılmış bir çekim tekniği olduğunu düşünüyorum. Öyle ki,Aydın karakteri kış uykusunda olan, diğer bir deyişle üşengeç ve risksiz bir hayat yaşarken(birazda amaçsız sanki), karşısındaki maceraperest, girişken  bir karakterdir. O sahnedeki soba borusu ikilinin yaşamını kesen keskin bir çizgidir adeta.Bu ve buna benzer detaylar filmin özenilerek yapılmış bir yapım olduğunun kesin kanıtıydı bana göre. 
Bunun yanında aklıma takılan soru işaretleri de olmadı değil :) Örneğin yılkı atının ahırında geçen neredeyse tümüyle karanlık bir sahne vardı. Bu sahne bir hayli uzun tutulmuştu mesela. Sahne boyunca karanlıklar içinden bir atraksiyon çıkmasını bekledim ben. Zira hiçlik için fazlasıyla uzun bir süreydi. O nedenle anlayan beri gelsin lütfen :) 


Son olarak tabii ki Nuri Bilge'nin konuşması.. Değinmesem olmaz :) Aldığı ödüllere kesinlikle güzel anlamlar yükleyen bir sanatçı. Yalnız ve güzel ülkesine armağan ettiği ödülden sonra Gezi ve Soma'ya ithaf edilen ödül de gerçek anlamda grur veren cinstendi.İyi ki var kendisi, izlemeye devam :)


Filmin official trailerı da bu şekildeymiş :)


Film içerisinde kullanılan ve filme acayip yakıştığını düşündüğüm fon müziği (Schubert'in 20.sonatı) :)


Dip Not:  'Kış Uykusu' Cannes'dan Türkiye'ye Altın Palmiye getiren ikinci film. 1982'de Yılmaz Güney, 'Yol' filmiyle Altın Palmiye kazanmıştı.
Altın Palmiye, 'Kış Uykusu'nun Cannes 2014'te kazandığı tek ödül değil. FIPRESCI (Fédération Internationale de la Presse Cinématographique - Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu) tarafından verilen ödül de Nuri Bilge Ceylan'ın oldu. FIPRESCI ödülü Cannes, Toronto, Venedik ve İstanbul Film Festivali gibi büyük festivallerde veriliyor. Yılmaz Güney de 1982 yılında 'Yol' ile hem Altın Palmiye hem de FIPRESCI ödülünü kazanmıştı.
Dip Not kısmı "Kış Uykusu hakkında bilmeniz gereken 10 şey" başlığı altında buradan alıntıdır, her birini okumakta fayda var,güzel bir derleme olmuş :)
Bu arada ek olarak Nuri Bilge'nin Altyazı dergisindeki söyleşisine denk geldim az önce. Detaylı ve güzel bir söyleşi olmuş. Filmi daha iyi anlamak ve yorumlayabilmek açısından okumakta fayda var :) 
Yazının sonunda gelen edit: Yazıda her ne kadar Haluk Bilginer kesinlikle rolde mükemmeldi desem de yazı boyunca düşündüğüm ve nihayetinde acaba o rolde nasıl dururdu dediğim alternatif oyuncum Engin Günaydın :) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder